İçindekiler:
- MRNA aşıları ile geleneksel aşılar arasındaki fark
- MRNA aşılarının geleneksel aşılara göre avantajları
- MRNA aşısı kanseri tedavi etme potansiyeline sahiptir
Çiçek hastalığı için ilk aşı icat edildiğinden beri (Çiçek hastalığı) 1798'de aşılama, bulaşıcı hastalık salgınlarını önleme ve üstesinden gelme aracı olarak kullanılmaya devam etti. Aşılar genellikle zayıflatılmış hastalığa neden olan organizmalar (virüsler, mantarlar, bakteriler vb.) Kullanılarak yapılır. Ancak şimdi mRNA aşısı denen bir aşı türü var. Modern tıpta bu aşı, COVID-19 pandemisini durdurmak için bir koronavirüs aşısı (SARS-CoV-19) olarak kullanılmaktadır.
MRNA aşıları ile geleneksel aşılar arasındaki fark
İngiliz bilim adamı Doktor Edward Jenner aşılama yöntemini keşfettikten sonra, 1880'lerin başında Fransız bilim adamı Louis Pasteur yöntemi geliştirdi ve ilk aşıyı bulmayı başardı. Pasteur'ün aşısı, enfeksiyon yetenekleri zayıflamış şarbona neden olan bakterilerden yapılır.
Pasteur'ün keşfi, geleneksel aşıların ortaya çıkışının başlangıcıydı. Ayrıca, kızamık, çocuk felci, suçiçeği ve grip gibi diğer bulaşıcı hastalıklara karşı bağışıklık kazandırmak için aşıların üretiminde patojenlerle aşı yapma yöntemi uygulanır.
Viral hastalıklara yönelik aşılar, patojenleri zayıflatmak yerine, belirli kimyasallarla virüs etkisiz hale getirilerek yapılır. Bazı geleneksel aşılar, hepatit B aşısı için kullanılan HBV virüsünün çekirdek zarfı gibi patojenin belirli kısımlarını da kullanır.
RNA molekülü (mRNA) aşısında kesinlikle orijinal bakteri veya virüsün hiçbir parçası yoktur. MRNA aşısı, hastalığa neden olan bir organizmaya özgü bir protein genetik kodundan, yani antijenlerden oluşan yapay moleküllerden yapılır.
Örneğin SARS-CoV-2 virüsünün kılıf, zar ve dikenler üzerinde 3 protein yapısı vardır. Vanderbilt Üniversitesi'nden araştırmacılar, COVID-19 için mRNA aşısında geliştirilen yapay moleküllerin, virüsün her üç bölümünde de proteinlerin genetik koduna (RNA) sahip olduğunu açıkladı.
MRNA aşılarının geleneksel aşılara göre avantajları
Geleneksel aşılar, bulaşıcı hastalıklara neden olan patojenleri taklit edecek şekilde çalışır. Aşıdaki patojenik bileşenler daha sonra vücudu antikorlar oluşturması için uyarır. Bir RNA molekülü aşısında, patojenin genetik kodu, vücudun patojenden uyarılmadan kendi antikorlarını oluşturabilmesi için oluşturulmuştur.
Geleneksel aşıların temel dezavantajı, yaşlılar da dahil olmak üzere, bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler için etkili koruma sağlamamalarıdır. Bağışıklık gelişse bile, genellikle daha yüksek bir aşı dozu gereklidir.
Üretim ve deneysel süreçte, RNA molekülü aşılarının imalatının daha güvenli olduğu iddia edilmektedir çünkü enfeksiyona neden olma riski taşıyan patojenik partikülleri içermemektedir. Bu nedenle, mRNA aşısının daha düşük bir yan etki riski ile daha yüksek etkinliğe sahip olduğu düşünülmektedir. MRNA aşısının üretim süresi de daha hızlıdır ve doğrudan büyük ölçekte yapılabilir.
Cambridge Üniversitesi araştırmacılarından bilimsel bir inceleme başlatan Ebola, H1N1 influenza ve Toxoplasma virüsleri için mRNA aşılarının üretim süreci ortalama bir haftada tamamlanabilir. Bu nedenle RNA moleküler aşılar, yeni hastalık salgınlarının hafifletilmesinde güvenilir bir çözüm olabilir.
MRNA aşısı kanseri tedavi etme potansiyeline sahiptir
Daha önce aşıların bakteriyel ve viral enfeksiyonların neden olduğu hastalıkları önlediği biliniyordu. Bununla birlikte, RNA molekülü aşısı, kansere çare olarak kullanılma potansiyeline sahiptir.
MRNA aşısının üretiminde kullanılan yöntem, kanser hücrelerini zayıflatmak için bağışıklık sistemini uyarma işlevi gören immünoterapi üretiminde ikna edici sonuçlar göstermiştir.
Hala Cambridge Üniversitesi araştırmacılarından, RNA molekülü aşısının kanser tedavisinde kullanımı üzerine bugüne kadar 50'den fazla klinik araştırmanın yapıldığı bilinmektedir. Olumlu sonuçlar gösteren çalışmalar arasında kan kanseri, melanom, beyin kanseri ve prostat kanseri yer alıyor.
Bununla birlikte, kanser tedavisi için RNA moleküler aşıların kullanımı, güvenliğini ve etkililiğini sağlamak için hala daha büyük klinik deneyler gerçekleştirmelidir.